Bağlanma Stilleri ve İlişkili Kavramlar

Bağlanma Stilleri ve İlişkili Kavramlar

  • 259 Görüntüleme

Kişiler hayatlarının tüm evrelerinde bir başkasıyla yakın bir bağ kurma ihtiyacı duymaktadır (Bowlby, 1969). Bartholomew  (1990)’a göre ortaya çıkan bu yakın bağlar kişilerin kendilerini emniyette hissetmelerini, sosyal becerilerinin gelişmesini ve duygusal olarak daha pozitif olmalarını sağlar. Bebeklik döneminde kurulan ilk yakın bağ bebeğin kendisine bakım veren ve sürekli alakadar olan birincil bakım vereniyle bebek arasındaki bağdır (Ainsworth, 1989). Ergenlikle beraber bu bağlar bakım verenlerden  akranlara doğru kayarak daha sosyal bir çerçeve kazanır (Sümer, 2006). Yetişkinlikte ise bağlanma figürü genelde eş veya partner olarak ortaya çıkar (Waters, Crowell, Elliott, Corcoran ve Treboux, 2002). Levine ve Heller (2021) ‘e göre, kişinin ebeveynleri ilgili, ihtiyaç anında varlık gösteren, duyarlı ve hassas insanlarsa kişi güvenli bir şekilde bağlanır. Ebeveynlerin duyarlılıkları tutarlı değilse kişi kaygılı bir şekilde bağlanır. Mesafeli, sert ve ilgisiz bir tutumları varsa da kişi kaçıngan bir şekilde bağlanır. Çocuklukta ebeveynlere karşı oluşan bu bağlanma stilleri yetişkinlikte kişinin partnerine olan bağlanma stillinin şekillenmesinde etkili olan faktörlerden birisidir (Levine ve Heller, 2021).

Çocuklar ebeveynlerini rol model alarak onların duygu, düşünce ve davranışlarından büyük ölçüde etkilenirler. Bu yüzden de birer yetişkin olduklarında partnerleriyle yaşadıkları problemlerde ebeveynlerininkine benzer tutumlar sergileyebilirler. Bunun yanı sıra kendi anne ve babalarına benzer partnerler seçmeleri de olasıdır (Öziş, 2016). Çelik ve Öziş (2016)’ e göre bu durum bireylerin evlilik ilişkilerini önemli düzeyde etkiler ve sonuç olarak bireyin ebeveynleri arasındaki ilişkiyi algılayış biçimi kendi partneriyle ilişkisindeki tutumlarını belirleyebilir. Örneğin kişinin algıladığı ebeveyn ilişkisi otoriterse kendisi de otoriter özelliklere sahip bir eş seçebilir ya da kendisi ilişki içerisinde otoriter bir tutum sergileyebilir.

İnsanın dürtüleri sürekli olarak reddedilme, eleştirilme, beğenilmeme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu sebeple benlik bu tarz saldırılara karşı kendi sınırlarını korumak ister ve birtakım savunma mekanizmalarıyla dürtüleri kontrol altında tutmaya çalışır ve böylece ruhsal bütünlük sağlanmış olur (Tükel, 2020). Freud (2004)’a göre ise savunma mekanizmaları benliğin, rahatsızlık veren ve kaygı yaratan durumlardan uzaklaşmasını sağlarken aynı zamanda benliğin içsel sıkıntılar ve emosyonlar üzerinde kontrol sahibi olmasını sağlayan birtakım psikolojik aşamalardır. Cramer (2008), savunmaların özelliklerini şu şekilde sıralamıştır: Bilinçdışı alanda işleyiş gösterirler, bireyler büyüdükçe belli bir sıraya bağlı olarak gelişirler, stres ve kaygının arttığı durumlarda kullanımları artar, çalışmalarına otonom sinir sistemi aracılık eder, aşırı kullanımları psikopatolojiye yol açabilir ve normal kişiliğin çalışmasının bir parçasıdırlar. Vaillant (1971) ise savunma mekanizmalarını sınıfsal bir model ortaya koyarak psikotik, nevrotik, immatür ve olgun savunmalar şeklinde dört gruba ayırmıştır. Mcwilliams (2020)’ ın belirttiğine göre kişinin belli savunma mekanizmalarını kullanıyor olmasını dört etkenin birbirleriyle etkileşim içinde olmaları belirler. Bunlar; kişinin mizacı, erken çocuklukta yaşanılan problemlerin içeriği, ebeveynler ve diğer önemli kişiler tarafından çocuğa sosyal öğrenme yoluyla aktarılan ya da amaçlı olarak öğretileni savunmalar, bazı savunmaları kullanmanın pekiştirme etkileridir.


 

Sosyal Medya'da Paylaş

Yazar Hakkında

WhatsApp